AHMET Davutoğlu ile ilk tanışmam Abdullah Gül'ün başbakanlık koltuğunda oturduğu döneme rastlar.
Daha önce de yazmıştım.
Başbakan Abdullah Gül, Irak'a yapılması gündemde olan ABD operasyonu ve ABD'nin Türkiye'den beklentileri ile Türkiye'nin bu konuda düşündüklerini anlatmak üzere genel yayın yönetmenlerini Ankara'daki konutunda bir yemeğe davet etmişti.
Davutoğlu'nu ilk kez o gün gördüm.
Başbakan Gül'ün "dış politika danışmanı"ydı.
Türkiye'nin o günlerdeki Irak politikasını Başbakan Gül'le birlikte anlattı.
Davutoğlu'nun anlattıkları karşısında dehşete düşmüştüm ve "Ahmet Bey, sizi ilk kaz tanıyorum ancak bu anlattıklarınız politika olarak uygulanacaksa Kuzey Irak'ta Türk askeri ile ABD askeri karşı karşıya gelir. Birbirlerine silah çeker çatışır. Bu riski görmüyor musunuz?" demek ihtiyacını hissetmiştim.
Hem Davutoğlu, hem de Dışişleri mensubu olan ve daha sonra İran'a büyükelçi olarak atanan resmi danışman, "Böyle bir şey söz konusu değil. İki müttefikin askerleri birbirine silah çeker mi?" diyerek bana karşı çıkmışlardı.
Ben de bunu o günlerde, yani 2002 yılında yazmıştım.
Bu yazının üzerinden çok uzun zaman geçmeden dediğim gerçekleşti ve meşhur "çuval geçirme" olayı meydana geldi.
Çatışma olmamasının tek nedeni ise Türk askerlerinin (her nedense) çatışmadan çuvalın başlarına geçirilmesini kabul etmiş olmalarıydı. Aksi takdirde kan dökülmesi kesindi.
Ahmet Davutoğlu'nu sonraki dönemlerde de sık sık eleştirdim.
Ortadoğu'daki sorunların tümünü çözmeye kalkıştığı ve buna hem inanıp hem de çevresini inandırdığı günlerde Davutoğlu'na, "Bu sorunların en yenisi 70, ortalaması 500, en eskisi ise 2000 yıllık. Tüm bu sorunlar bunca yıldır Ahmet Davutoğlu diye biri gelsin de çözsün diye mi bekliyordu" dedim ve yazdım.
Davutoğlu'nun Ortadoğu politikasını, sıfır sorun politikasını hayalci ve imkânsız bulduğumu hep yazdım, hep söyledim.
Sonuç ortada.
Davutoğlu'nun Suriye politikası da, İran politikası da, Mısır politikası da hep duvara tosladı.
Suriye'de 2 yıldır yaşadıklarımız ortada.
Suriye, Türkiye'nin iç huzurunu tehdit eder hale geldi. Üstüne üstlük Türkiye'yi de bence "anlamsız bir yalnızlığa" itti.
Mısır'da kıyameti kopardık.
Ne oldu?
Hiiiiç!
Mursi geri gelmediği gibi Mısır'ın yeni yönetimiyle hiçbir bağımız kalmadı.
İlkesel olarak haklıydık belki ama kendimizi bu kadar bağlamaya gerek yoktu.
Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı'nı devraldığında Irak'la, Suriye'yle, İran'la, Mısır'la, Rusya'yla, ABD ile AB ile hiçbir sorunumuz yoktu. İsrail'le bile durumu idare ediyorduk.
"Sıfır sorun" diye gelen Davutoğlu'ndan sonra hepsiyle sorunumuz var.
Davutoğlu'nun politikalarından kazançlı çıkan sadece İran oldu.
Türkiye başarılı ve istikrarlı bir 10 yıla rağmen, durduk yerde bu sorunlarla boğuşmaya, yıpranmaya başladı.
Dış politikadaki başarısızlık, iç politikadaki başarıların üzerine gölge gibi çöktü.
Diyeceksiniz ki, "Fatih, bunları zaten yazmıştın. Şimdi niye yeniden yazıyorsun, ne oldu?"
Bir şey olduğu yok.
Sadece dün Başbakan'ın kabineyle ilgili olarak "Her an her şey olabilir" dediğini duydum da...
Aklıma geldi.
Ya başkanlık ya takas
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül'ün TBMM'nin açılışında yaptığı konuşma bir "veda konuşması"ndan çok bir "merhaba" konuşması gibiydi.
Satır aralarını okuduğum zaman, "Bu sıralardan ayrılarak Çankaya'ya çıktım, şimdi yine bu sıralara döneceğim" diyordu Gül.
Belli ki, o da benimle aynı fikirde.
Kaç zamandır yazıyorum, "Doğal ve doğru olan Gül'ün AK Parti'nin başına dönmesidir" diye. AK Parti içinde de geniş bir kesim bu fikirde.
Sadece parti içinde değil, parti tabanını oluşturan ve Erbakan'dan bu yana aynı ideolojinin etrafında toplananlar açısından da doğru olan bu.
Bunun hem parti hem Türkiye açısından en doğru olduğunu düşünenlerin sayısı hayli fazla.
Ancak bunun istisnaları var.
"Bu istisnalar kim?" diye soracak olursanız bunlara "Yakın çember" demek mümkün.
Böyle bir görev değişimi, yani Başbakan Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması, Cumhurbaşkanı Gül'ün de TBMM'ye dönmesi durumunda "mevcut pozisyonunu" koruyamayacağını düşünenler böyle bir "görev takası"na karşı çıkıyorlar.
Bana göreyse, Anayasa değişmediği, başkanlık veya yarı başkanlık sistemlerinden birine geçilmediği takdirde bu takas kaçınılmaz.
CHP'nin ABD izlenimi
ANKARA'da CHP'li bazı isimlerle de sohbet etme fırsatım oldu.
Merak ettiğim, CHP'li bazı isimlerin ABD'ye yaptığı ziyaretin sonuçları ve bu ziyaretten edindikleri izlenimdi.
Anladığım kadarıyla izlenimleri CHP açısından çok olumlu geçmemiş.
Daha doğrusu beklentileri doğrultusunda geçmemiş.
ABD'den aldıkları mesaj, "Ne yazık ki iktidar olmaya yakın durmuyorsunuz, bir alternatif gibi görünmüyorsunuz" şeklinde olmuş.
ABD'nin Türkiye ile öngörüsü de CHP'de "negatif" bir izlenim yaratmış.
Çünkü ABD, Türkiye'nin bir dönem daha AK Parti ile yola devam edeceğini ama AK Parti'nin 2014'ten sonra yeni bir liderlikle Türkiye'yi yöneteceğini öngörüyormuş.
Bana bunu anlatan CHP'liye, "Siz ne düşünüyorsunuz?" dedim.
"Şu an için öyle görünüyor olabilir ama siyasette çok şeyin değişeceği bir 2 yıl yaşayacağız. ABD'nin öngörüleri yanlış çıkabilir" dedi.
fatihaltayli.com.tr
Daha önce de yazmıştım.
Başbakan Abdullah Gül, Irak'a yapılması gündemde olan ABD operasyonu ve ABD'nin Türkiye'den beklentileri ile Türkiye'nin bu konuda düşündüklerini anlatmak üzere genel yayın yönetmenlerini Ankara'daki konutunda bir yemeğe davet etmişti.
Davutoğlu'nu ilk kez o gün gördüm.
Başbakan Gül'ün "dış politika danışmanı"ydı.
Türkiye'nin o günlerdeki Irak politikasını Başbakan Gül'le birlikte anlattı.
Davutoğlu'nun anlattıkları karşısında dehşete düşmüştüm ve "Ahmet Bey, sizi ilk kaz tanıyorum ancak bu anlattıklarınız politika olarak uygulanacaksa Kuzey Irak'ta Türk askeri ile ABD askeri karşı karşıya gelir. Birbirlerine silah çeker çatışır. Bu riski görmüyor musunuz?" demek ihtiyacını hissetmiştim.
Hem Davutoğlu, hem de Dışişleri mensubu olan ve daha sonra İran'a büyükelçi olarak atanan resmi danışman, "Böyle bir şey söz konusu değil. İki müttefikin askerleri birbirine silah çeker mi?" diyerek bana karşı çıkmışlardı.
Ben de bunu o günlerde, yani 2002 yılında yazmıştım.
Bu yazının üzerinden çok uzun zaman geçmeden dediğim gerçekleşti ve meşhur "çuval geçirme" olayı meydana geldi.
Çatışma olmamasının tek nedeni ise Türk askerlerinin (her nedense) çatışmadan çuvalın başlarına geçirilmesini kabul etmiş olmalarıydı. Aksi takdirde kan dökülmesi kesindi.
Ahmet Davutoğlu'nu sonraki dönemlerde de sık sık eleştirdim.
Ortadoğu'daki sorunların tümünü çözmeye kalkıştığı ve buna hem inanıp hem de çevresini inandırdığı günlerde Davutoğlu'na, "Bu sorunların en yenisi 70, ortalaması 500, en eskisi ise 2000 yıllık. Tüm bu sorunlar bunca yıldır Ahmet Davutoğlu diye biri gelsin de çözsün diye mi bekliyordu" dedim ve yazdım.
Davutoğlu'nun Ortadoğu politikasını, sıfır sorun politikasını hayalci ve imkânsız bulduğumu hep yazdım, hep söyledim.
Sonuç ortada.
Davutoğlu'nun Suriye politikası da, İran politikası da, Mısır politikası da hep duvara tosladı.
Suriye'de 2 yıldır yaşadıklarımız ortada.
Suriye, Türkiye'nin iç huzurunu tehdit eder hale geldi. Üstüne üstlük Türkiye'yi de bence "anlamsız bir yalnızlığa" itti.
Mısır'da kıyameti kopardık.
Ne oldu?
Hiiiiç!
Mursi geri gelmediği gibi Mısır'ın yeni yönetimiyle hiçbir bağımız kalmadı.
İlkesel olarak haklıydık belki ama kendimizi bu kadar bağlamaya gerek yoktu.
Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı'nı devraldığında Irak'la, Suriye'yle, İran'la, Mısır'la, Rusya'yla, ABD ile AB ile hiçbir sorunumuz yoktu. İsrail'le bile durumu idare ediyorduk.
"Sıfır sorun" diye gelen Davutoğlu'ndan sonra hepsiyle sorunumuz var.
Davutoğlu'nun politikalarından kazançlı çıkan sadece İran oldu.
Türkiye başarılı ve istikrarlı bir 10 yıla rağmen, durduk yerde bu sorunlarla boğuşmaya, yıpranmaya başladı.
Dış politikadaki başarısızlık, iç politikadaki başarıların üzerine gölge gibi çöktü.
Diyeceksiniz ki, "Fatih, bunları zaten yazmıştın. Şimdi niye yeniden yazıyorsun, ne oldu?"
Bir şey olduğu yok.
Sadece dün Başbakan'ın kabineyle ilgili olarak "Her an her şey olabilir" dediğini duydum da...
Aklıma geldi.
Ya başkanlık ya takas
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül'ün TBMM'nin açılışında yaptığı konuşma bir "veda konuşması"ndan çok bir "merhaba" konuşması gibiydi.
Satır aralarını okuduğum zaman, "Bu sıralardan ayrılarak Çankaya'ya çıktım, şimdi yine bu sıralara döneceğim" diyordu Gül.
Belli ki, o da benimle aynı fikirde.
Kaç zamandır yazıyorum, "Doğal ve doğru olan Gül'ün AK Parti'nin başına dönmesidir" diye. AK Parti içinde de geniş bir kesim bu fikirde.
Sadece parti içinde değil, parti tabanını oluşturan ve Erbakan'dan bu yana aynı ideolojinin etrafında toplananlar açısından da doğru olan bu.
Bunun hem parti hem Türkiye açısından en doğru olduğunu düşünenlerin sayısı hayli fazla.
Ancak bunun istisnaları var.
"Bu istisnalar kim?" diye soracak olursanız bunlara "Yakın çember" demek mümkün.
Böyle bir görev değişimi, yani Başbakan Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması, Cumhurbaşkanı Gül'ün de TBMM'ye dönmesi durumunda "mevcut pozisyonunu" koruyamayacağını düşünenler böyle bir "görev takası"na karşı çıkıyorlar.
Bana göreyse, Anayasa değişmediği, başkanlık veya yarı başkanlık sistemlerinden birine geçilmediği takdirde bu takas kaçınılmaz.
CHP'nin ABD izlenimi
ANKARA'da CHP'li bazı isimlerle de sohbet etme fırsatım oldu.
Merak ettiğim, CHP'li bazı isimlerin ABD'ye yaptığı ziyaretin sonuçları ve bu ziyaretten edindikleri izlenimdi.
Anladığım kadarıyla izlenimleri CHP açısından çok olumlu geçmemiş.
Daha doğrusu beklentileri doğrultusunda geçmemiş.
ABD'den aldıkları mesaj, "Ne yazık ki iktidar olmaya yakın durmuyorsunuz, bir alternatif gibi görünmüyorsunuz" şeklinde olmuş.
ABD'nin Türkiye ile öngörüsü de CHP'de "negatif" bir izlenim yaratmış.
Çünkü ABD, Türkiye'nin bir dönem daha AK Parti ile yola devam edeceğini ama AK Parti'nin 2014'ten sonra yeni bir liderlikle Türkiye'yi yöneteceğini öngörüyormuş.
Bana bunu anlatan CHP'liye, "Siz ne düşünüyorsunuz?" dedim.
"Şu an için öyle görünüyor olabilir ama siyasette çok şeyin değişeceği bir 2 yıl yaşayacağız. ABD'nin öngörüleri yanlış çıkabilir" dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder