AMAN zaman burada AK Partili bir dostumun "söylediklerini", daha doğrusu benim yazılarıma yönelik "itirazlarını" aktarıyorum.
Bunu yapmamın bir nedeni var.
Köşe yazarlığı tek yönlü bir iş.
Bir olaya bakıyor ve kendi anlayışımıza göre bir "değerlendirme" yapıyoruz ki, ona da yorum ve eleştiri diyorlar.
Elbette ki yorumumuz "tek taraflı" oluyor.
Tek taraflı derken kimse "objektif" olmadığımızı düşünmesin.
Olabildiğince objektif oluyoruz ama sonuçta fotoğraf makinesinin objektifi de fotoğrafı çeken kişinin dönüp baktığı yönü fotoğraflıyor.
Bu yüzden de objektifini başka yönlere çevirenlerin de görüşlerini aktarmayı "gerçek objektiflik" olarak algılıyorum.
Bir anlamda ben objektifimi "ormana" çevirmişsem, objektifini "ağaca" çevirenin görüşlerini de aktarıyorum.
Ya da tam tersi...
Dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ilgili eleştirim yayınlanınca AK Partili dostumun arayacağından hiç kuşkum yoktu.
Nitekim aradı da.
"Ahmet Bey'e haksızlık etmişsin" dedi.
Güldüm. "Aramasan şaşardım. Nerede haksızlık etmişim anlat bakalım" dedim.
"Senin eleştirdiğin Ahmet Davutoğlu, bizim buradan bakınca Türk dış politikasının gelmiş geçmiş en iyi Dışişleri Bakanı gibi görünüyor" dedi.
"Onu nereden çıkardınız?" diye sordum.
"Şaka yapmıyorum. Pek çok genç, Davutoğlu'na hayranlık derecesinde saygı duyuyor. Çünkü Türkiye'nin ilk kez Ahmet Bey döneminde kemikli bir dış politikaya sahip olduğuna inanıyorlar ve bu inancı haksız diyemezsin" dedi.
"Beni iyi okumamışsın. Ben kemiksiz demedim. Ama dış politika her zaman bu kadar kemikli olmamalı. Biraz da şartlara göre oluşmalı. Ben de tam bunu söylüyorum. Bu kadar kemik fazla olabilir" dedim.
"Bunu sen söyleme bari" dedi. "Dış politikanızın kemiği yoksa sizi hamur gibi yoğururlar. Vücutta kemik olmazsa beden ayakta duramaz, çuval gibi yere yığılır. Ahmet Bey en azından bunu sağladı. Bir duruşumuz var. Dik bir duşumuz var."
"Yani?" dedim son olarak.
"Yanisi şu. Ahmet Davutoğlu'na haksızlık ediyorsun. Senin görüşünü hiç paylaşmıyoruz" dedi.
Ben zaten görüşlerim paylaşılsın diye yazmıyorum.
Sadece "Böyle de bir görüş var" diye yazıyorum.
Bir tek benim görüşüm olsa da!
Davutoğlu'nun hakkını yemeyeyim
MADEM Ahmet Davutoğlu dedik, Ahmet Bey'in hakkını da vermek lazım.
Geçen yıl G-20 Zirvesi için Meksika'dayız.
Ahmet Davutoğlu, gazetecilerle uzun bir sohbet yaptı.
Dış politikamızı ve bu konudaki görüşlerini, yapmak istediklerini anlattı.
Sonra da bana takıldı.
"Fatih Bey, yine bizim söylediklerimize karşı çıkacaktır elbette" dedi gülümseyerek.
Ben de kendisine, "Ahmet Bey, bazılarına karşı çıkarım, bazılarına destek olurum. O önemli değil, ancak ben size teşekkür etmek istiyorum" dedim.
Şaşırdı.
"Çünkü" dedim, "Sizi defalarca eleştirdim. Hatta hep eleştirdim. Ancak siz bir kez bile sitem etmediniz. Bir kez bile sinirlenmediniz, sert yanıtlar vermediniz. Bu yüzden sizi çok takdir ediyorum."
Bunun üzerine yine gülümsedi ve "Galiba bu yüzden beni sürekli eleştiriyorsunuz" dedi.
Aysal ve Drogba ve hatta Terim
DROGBA adam gibi adam.
Adam gibi adamdan daha adam.
Geldiği günden beri Türkiye'ye sporculuk, adamlık dersi veriyor.
Maçlarda asla sinirlenmiyor. Sinirlense de 10 saniye içinde sinirini uzaklaştırıyor. Hakemlere itirazında bile zarafeti elden bırakmıyor.
Sert faul yapmamaya çalışıyor. Her faulünde rakipten özür diliyor.
İstemeden sakatladığı futbolcu rakibini hastanede ziyaret ediyor.
Her lafı, her hareketi ölçülü.
Son olarak bir ders daha verdi.
Ünal Aysal cep telefonuna Fatih Terim'den gelen mesajları televizyonlarda yayınlatıp Terim'i aşağılamaya çalışırken, Drogba Juventus maçından sonra "Üzerimizde çok emeği olan Fatih Terim'e teşekkür ediyorum" diyerek alınan puanı Terim'e hediye etti.
Bu büyük bir harekettir.
Tabii burada Terim'in de alması gereken bir ders var.
Göreve yeni gelen Terim olsa ve Drogba bu "jesti" ayrılan teknik direktörüne yapsaydı, Terim'in bundan çok da memnun kalmayacağını adım gibi biliyorum.
1'er buçuk puan
FARKINDA mısınız, Türkiye Futbol Federasyonu durum 2-1 Galatasaray'ın lehineyken son 1 dakikası oynanamadan yarım kalan Beşiktaş-Galatasaray maçının sonucunu hâlâ "açıklamadı", hâlâ kimin kaç puan aldığını tescil etmedi.
Kural ortada.
Beşiktaş hükmen mağlup sayılacak.
Galatasaray 3 puanı alacak.
Ancak federasyon bunu hâlâ açıklamıyor.
Çünkü Türkiye'nin gördüğü ve görebileceği en eyyamcı federasyon olan bu federasyon, "Bu işin içinden nasıl çıkarız?" diye hesap yapıp duruyor.
Ben onlara basit iki yol önereyim.
Fenerbahçe'yi çok kızdırmak istemiyorlarsa, ki istemezler biliyorum, her iki takıma da yani Galatasaray'a da, Beşiktaş'a da 1'er buçuk puan verip 3 puanı paylaştırsınlar.
Fenerbahçe'yi kızdırmak umurlarında değilse, Beşiktaş ve Galatasaray'a aynı oranda yaranmak istiyorlarsa her iki takıma da 3'er puan versinler. Böylece sorunu çözmüş olurlar. Bu eyyamcılara yakışacak olan tam da budur.
fatihaltayli.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder